,

Bu ay ne(ler) okudum (Temmuz/2014)


Tatil moduna iyice girdim ve temmuz ayı ile eski formuma geri döndüm ^_^ Gerçi, bunda izleyecek dizi ve film bulamayışımın etkisi de var. Dizi ve film olmayınca bilgisayarı kapatıp kitaplarıma gömüldüm ve bu ay boyunca tam 8 kitap okudum.


Çıplaklar, hissederek okuduğum ender kitaplardan biriydi. Sadece sonunu pek sevmemiştim, onun dışında gerek canlı betimlemeleri gerekse duyguları yansıtışıyla kitap benden tam puan aldı. Kitabı büyük, küçük herkese öneriyorum.

Okuduğum ilk Camus kitabı, Sürgün ve Krallık'tı. Yazarın kitaplarına yanlış bir başlangıç yaptığımı düşünüyorum zira kitap bana fazla karışık ve ağır geldi, sadece betimlemeleri anlayabildiğim için severek okuduğum kısımlar bunlardı. İleride yazarın diğer kitaplarını okuyabilirim.

Dünyanın Merkezine Yolculuk, Okuma Şenliği sayesinde tekrar okuduğum bir kitaptı. Aslında kitabın yorumunu bloga eklemekte kararsızdım ama sonra bana fantastik türü sevdiren bu kitabın yorumunun blogumda mutlaka bulunması gerektiğine karar verdim. Sürükleyici bir kurgu ve büyüleyici bir hayal gücüyle tanışmak isteyen herkese kitabı şiddetle tavsiye ediyorum :)

Güzel Şeytan'ı da bu ay okuduğum bütün kitaplar gibi şenlik kapsamında okudum. Serilerin ikinci kitapları genelde durgun olur, ama bunda aksine, beklediğimden daha çok aksiyon ve heyecan vardı. Serinin devam kitabının çevrilmesini merakla bekliyorum.

Daha önce Sabahattin Ali okumak istemiştim ama bir türlü fırsat bulamamıştım. Yine, şenlik sayesinde yazarın Kürk Mantolu Madonna'sını okudum ve tek kelimeyle bayıldım. Sabahattin Ali'nin üslubunu böylesine çok seveceğimi bilseydim, kitaplarıyla çok daha önce tanışırdım.

Hem tür hem de konu bakımından bana çok ters bir kitaptı, Yarın Yeniden. Kitabı birkaç saat içinde bitirmiş olsam da, o süre zarfında neler hissettim neler. O kadar sinirliydim ki kitabı yarım bırakmayı bile düşündüm; anlatılanlar hem bana çok yabancı hem de abartı gibi gelmişti. Zorluklarla ve ihanetle dolu yaşam tarzlarını anlatan kitaplar ilginizi çekerse kitaba göz atabilirsiniz.

Fang Ailesi, okuduğum en ilginç kitaplardandı. Zaten, Domingo'nun çıkardığı kitaplar genelde farklı ve ilgi çekici oluyor. Kafa dağıtmak için komik, aynı zamanda da özgün bir kitap arıyorsanız kitabı tavsiye ederim ;)

Elimdeki John Green kitaplarını Kâğıttan Kentler ile bitirdim. Kitap, Alaska'nın Peşinde'ye çok benzese de ondan çok daha iyiydi. Ayrıca diğer JG kitaplarından farklı olarak kitap, pozitif bir bakış açısıyla yazılmıştı. Ucu açık bırakılmış sonu da kitabı sevmemi sağlayan unsurlardan biri. Okumadığım bir tane JG kitabı kaldı, onu da alınca, rahatlayacağım.

Temmuz ayında sizler hangi kitabı/kitapları okudunuz?


post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, ,

Etkinlik: Kitap Mim'i + The Book Sacrifice

SaklamaKabı'ndan Eren birkaç gün önce 2 mimi birleştirip vlog yapmıştı. Etiketlediği bloglar arasında ben de vardım ama bu mimleri/tagleri yapıp yapmamak konusunda kararsızdım. Baktım izleyecek dizi-film bulamıyorum, okuduğum kitapların etkisinden çıkamıyorum; mim yaparak biraz kafa dağıtmış olurum :)

Önceden uyarmalıyım, The Book Sacrifice, bolca spoiler içerir. Adı geçen kitapları okumadıysanız, cevabı atlayabilirsiniz.

Eren'in cevaplarına bakmak isterseniz buraya tıklayabilirsiniz :D Gelelim benim cevaplarıma...


-Ne sıklıkla kitap okursunuz?
Günde aralıksız 10 saat okuduğum da olur bir hafta boyunca kitabın kapağını kaldırmadığım da... Ama genelde her gün mutlaka okumaya çalışırım.

-En sevdiğiniz yazarlar?
Aklıma ilk gelenleri sıralayayım hemen: Tolkien, J. K. Rowling, John Green, Anne Rice, Neil Gaiman...

-En beğendiğin kitaplar?
Yüzüklerin Efendisi serisi ilk sırada yer alıyor. Ardından Harry Potter serisi -ama daha açık olmak gerekirse içlerinde Melez Prens favorim ya da Ölüm Yadigarları ya da Ateş Kadehi ya da Zümrüdüanka Yoldaşlığı, karar vermek zor :D- geliyor. Daha sonra Vampir Lestat olabilir; Aynı Yıldızın Altında, Yokyer aklıma gelen ilk kitaplar.

-Yerli / Yabancı hangi yazarların kitaplarını tercih edersin?
Bu soruyu tam olarak anlayamadım. Yerli mi yabancı mı hangi yazarı tercih ettiğim mi soruluyor yoksa yerli ve yabancı yazarlardan tercih ettiklerim mi? Ben ikisine göre de cevaplayayım :) Genelde yabacı yazarların kitaplarını tercih ediyorum, Tolkien'ın çevrilip çıkan herhangi bir kitabını gözüm kapalı alırım mesela veya Anne Rice'ın. Yerli yazar pek okumuyorum ama birkaç gün önce Sabahattin Ali'nin bir kitabını bitirmiştim, bu sayede yerli yazarlara da bir şans vermeyi düşünüyorum; tabii ki önceliğim Sabahattin Ali'nin diğer kitaplarından yana olacak. Yerli yazarlardan ise Barış Müstecaplıoğlu'yu ve Sabahattin Ali'yi tercih ederim.

-Bugüne kadar en beğendiğin kitap serisi?
Yüzüklerin Efendisi.

-Daha çok hangi tarz okumaktan hoşlanırsın?
Fantastik ve bilim kurgu okumayı severim. Ara sıra da polisiye ve macera kitaplarına bakarım.

-En son hangi kitabı okudun?
Kürk Mantolu Madonna.

-Şu anda hangi kitabı okuyorsun?
George Orwell'ın 1984'ünü.

-Kitap blogları hakkında ne düşünüyorsun? Yeterli mi?
Yeni yeni hayatımıza giren yapılardan biri, kitap blogları. Özellikle son bir yılda nereye baksam kitap blogu görüyorum ve bu beni fazlasıyla sevindiriyor. Blogların, özellikle de kitap bloglarının insana çok şey katığını düşünüyorum. Hem aynı ilgi alanına sahip yeni kişilerle tanışma imkanı sağlıyor hem de insanın kendini geliştirmesine yardımcı oluyor. Fakat çok sinir olduğum bir nokta var... Bunu genelde yeni açılan kitap bloggerlarında görüyorum; özgünlüğe önem vermiyorlar. Kullandıkları temayı gidip de çizgisi oturmuş bir blogunkine benzetmeye çalıştıklarını gördüm. Blog isimleri konusunda öne veya arkaya birkaç ek getirerek ismi değiştirip kullananları gördüm. Kimisi ise ismi hiç değiştirmeden kullanıyor. Bunlar, gözüme en çok batan olumsuzlukları. Bir de başka bir bloggerın kullandığı puanlama sistemini aynı şekilde kullananlar var ki onlara bir şey diyemiyorum zaten. Puanlama sistemi yahu, o kadar zor bir şey değil... İnternette bolca yıldız, kalp, vs. var olmadı başka resimler de kullanılabilir puanlama için. Puanlama açıklaması da o kadar zor değil, içinizden geldiği gibi derecelendirme yapabilir, bunları kelimelere dökebilirsiniz. İlla ki gidip bir bloggerınkini kullanmanıza gerek yok. Şu tema, isim olayı neyse de puanlama konusuna fazlasıyla takılıyorum ben, çünkü blogger o derecelendirmelere bakarak kitabı puanlıyor. Biri için 2 puan demek bir başkası için 3 veya 4 puanı ifade ediyor olabilir, neden başkasının puanlamasına göre kendilerini kısıtladıklarını anlayamıyorum. Özgün olurlarsa karşılığını kat be kat alacaklar, böyle yaparak sadece kendilerine zarar veriyorlar.
Yeterlilik konusunda ise, kitap bloglarının hâlâ yetersiz olduğunu düşünüyorum. Özellikle erkek kitap bloggerları yok denecek kadar az. Erkeklerin de blog açarak okudukları kitaplar hakkında düşüncelerini paylaşmasını isterdim.

-Kitap okumak sizin için ne ifade ediyor?
Doğrudan şunu ifade ediyor diyemem. Kitap okumaktan zevk alıyorum, kitap okurken mutlu oluyorum. Nedeni üstünde çok düşünmedim. Düşünürsem, somutlaştırırmışım gibi geliyor ve somutlaştırırsam da kitap okuma eylemi sihrini yitirebilir.



Senaryo 1- Kitapçıda kitap seçtiğinizi düşünün,bir anda bir zombi saldırısıyla karşılaşıyorsunuz! Etrafınız oradan oraya koşuşan insanlarla dolu,karşılık verebileceğiniz bir silahınız ya da sığınabileceğiniz bir yer yok.Tam o sırada kitapçının sahibi bir duyuruda bulunuyor. Bu zombilerin tek zayıf noktası herkesin bayıldığı ama sizin nefret ettiğiniz bir kitaplar. O yüzden size bunu yaşatan bir kitabı seçmeniz gerek!
Cadı - Yasmine Galenorn. Aslında kitabı sevmiş gibiydim başlarda, ama çok da değil. Sonra birden Elfçe sözcükler belirmeye başladı sayfalarda. Hop dedim, ne oluyoruz! Kitabı bitirdikten sonra arka kısımda yazarın, Tolkien'den "etkilendiğini" okuyunca içimdeki fan ortaya çıktı ve kitabı kitaplığın en ücra, en ışık görmeyen yerlerine sokuşturdu. Serileri elimden geldiğince bitirmeye çalışırım ama bu seriyi sildim. Nedeni sadece Elfçe'den kelime üretip az biraz değiştirip kitabında kullanması değil, yazarın üslubunu çok basit bulmuştum ve karakterler bana zorlama gibi gelmişti. Ama ana nedeni Elfçe'yi kitabında kullanmasıydı. Soyadını da Elfçe'den oluşturmuş, ona bir şey diyemem hatta böyle bir davranışta bulunmasını sevmiştim de. Ama bunu kitabında kullanırsa, ben nasıl yazdığı karakterleri veya olayları da araklamadığını düşünebilirim ki!

Senaryo 2: Bir kuaföre gittiniz ve saçınızı yaptırdınız. Blendax reklamındaki abladan bile güzel, hacimli saçlarınız var. Derken deli gibi bir yağmur bastırıyor, şiddetleniyor,şiddetleniyor! Kendinizi korumak için hangi ''devam kitabını'' feda ederdiniz?
Gece Evi serisinin herhangi bir kitabı olabilir aslında, ama birini seçmem gerekirse serinin okuduğum en son kitabı Uyanış derim. Çünkü seri gittikçe batıyor, en kötü olan kitabı da okuduğum bu son kitap. Serinin ilk 2-3 kitabı çok güzel gidiyordu, konu bakımından oldukça özgündü de kitaplar. Ama sonra yazarlara bir haller oldu, para yüzünden midir nedir seriyi uzattıkça uzattılar. Uzatmak için de ne kadar gereksiz olay varsa kurguya eklediler, Zoey'yi bildiğiniz ortalık malına çevirdiler. Daha doğrusu kız etrafındaki her erkeğe sulanmaya, hepsiyle yatmaya başladı. Ama en çok da yazarların karakter harcamasına sinir olmuştum. Hiç unutmam, Baştan Çıkarılmış'ta bu kızın ilk vampir sevgilisi, Erik'ti galiba, kızdan ayrıldığında sadece Zoey'nin değil bütün karakterlerin bu çocuğa bakışı değişmişti. Birkaç sayfa önce çocuğa kanka diyenler Zoey'le ayrıldıklarını görünce hoop sanki karşılarında baş düşmanları varmış gibi davranmaya başlamışlardı. Yahu, adam kızı paylaşmak istemiyor; ama Zoey sırf tanrıçanın sağ kolu diye her istediğini yapacakmış gibi davranıyor fakat öyle davrandığını da kabul etmiyor. Bir de kız bu çocuğu aldatmıştı ama işte, tanrıça bununla konuşunca kendini bir bok sanıyor, millete de öyle gösteriyor. İyi ki ayrıldılar da çocuk kurtuldu bundan, umarım Zoey en kısa zamanda ölür gider de bu seri biter.

Senaryo 3: Edebiyat dersinde hocanız klasiklerin ne kadar önemli olduğundan,dünyayı nasıl değiştirdiğinden bahsediyor. Ama siz bu konuşmaya katlanamıyorsunuz ve hayatınızda okuduğunuzu en tiksinç klasiği hocanızın kafasına fırlatıp gururla bunun nedenlerini açıklıyorsunuz.
Bir an kitabın adı bile aklıma gelmedi, beynim o kitabın varlığını zihnimden nasıl sildiyse artık :D Madam Bovary'yi en az 2 kere okumaya çalışmış, ikisinde de yarım bırakmıştım. Hayatımda bu kadar sıkıcı bir klasik okuduğumu hatırlamıyorum. Betimlemelere bayılırım aslında, böyle sayfalarca süren betimlemeleri okumayı severim de ama nedense bunda yapamadım.

Senaryo 4 : Küresel ısınmanın dünyanın anasını ağlattığı bir dünya düşünün.İnanılmaz sıcak ya da inanılmaz soğuk hava koşullarıyla yaşıyorsunuz. Eskimo ceketinizi giyip ısınmak için gayret ediyorsunuz. Isınmak için hangi kitabınızı yakardınız?
Hale - Alexandra Adornetto. Okuduğum en basit, en gereksiz, en saçma kitapların başında geliyor. Nedenleri uzun uzun yazıp sinirlerimi zıplatmak istemiyorum. Kitabın yorumladığımda açıklamıştım, yoruma şuradan bakabilirsiniz.

Kimleri mimlesem, kimleri... Mimlenmeyen kaldı mı ki? Eren, sağolsun, herkesi mimlemiş resmen :D Ben de yapmak isteyen herkesi mimleyeyim bari :) Yapanlar yazının altına yorum olarak bırakabilir veya blogunda paylaşarak linki yazabilirler ;)

post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, , , , , , , ,

Yorum: Sabahattin Ali - Kürk Mantolu Madonna

Tür: Aşk, Klasik, Türk Edebiyatı
Goodreads Puanı: 4,54 (6.995 oy)
Orijinal Adı: -
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Çeviri: -
Basım Yılı: 2013
Sayfa Sayısı: 164
"Her gün, daima öğleden sonra oraya gidiyor, koridorlardaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı zorla zapt ederek geziniyor; rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum 'Kürk Mantolu Madonna'yı seyre dalıyor, ta kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordum."

Kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar. Sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz.

Yapıtlarında insanların görünmeyen yüzlerini ortaya çıkaran Sabahattin Ali, bu kitabında güçlü bir tutkunun resmini çiziyor. Düzenin sildiği kişiliklere, yaşamın uçuculuğuna ve aşkın olanaksızlığına (?) dair, yanıtlanması zor sorular soruyor
Kürk Mantolu Madonna, okuduğum ilk Sabahattin Ali kitabıydı. Okuma Şenliği'nin ilk ayının sonlanmasına saatler kala kitabı bitirmiştim. Kitap beni,  fazla etkilediği için yorumunu hemen yazamadım; etkinin geçmesi için biraz bekleme ihtiyacı hissettim.

Kitap, gerek karakterler gerekse duygu ve düşünceler bakımından oldukça yoğundu. Özellikle Raif ve Maria'nın duygu ve düşünceleri bu yoğunluğu oluşturuyor. İkisi de toplumunkine uymayan hislere, fikirlere sahip kişiler fakat yine de birbirlerinden bir o kadar farklılar. Bu ikilinin arasındaki ilişkiden ziyade, ikisini de ayrı birer karakter olarak sevdim.

Sabahattin Ali'nin insanlar hakkında yazdıklarını okurken hem çok şaşırdım hem de kendisine hak verdim, zira yazarın yaptığı tespitler fazlasıyla yerindeydi. İnsanların olumsuz yönlerinin vurgulandığını ve insanlara biraz fazla kötümser bir bakış açısıyla bakıldığını düşünsem de etrafımızda böyle insanların varlığı da su götürmez bir gerçek. Yine de, yazarın insanların yaptığı eylemlerin arkasında yatan nedenleri çok iyi gördüğünü düşünüyorum.

Kürk Mantolu Madonna fazlasıyla akıcı, kurgudaki yoğunluğa rağmen kendini okutan bir kitap. Kendimi Raif ve Maria'nın hikayesine öyle çok kaptırdım ki ilk bölümleri unuttum, kitap sadece bu hikayeden oluşuyormuş gibi geldi. Bu yüzden de ilk sayfalarda biraz sıkıldım. Anıların olduğu kısma başlayınca kitabın birkaç saatte bitirilebileceğini anladım.

Bu kitap sayesinde Sabahattin Ali ile tanıştım ve üslubunu çok sevdim. Kullandığı kelimeler, kelimelerin birbiriyle uyumu, daha da önemlisi yazarın bu kelimelerle anlattığı duygu ve düşünceler o kadar etkileyici ki... Yazarın böylesine çok övülmesinin abartı olmadığını anladım. Keşke daha önce okusaymışım dediğim kitaplardan biri oldu, Kürk Mantolu Madonna; Sabahattin Ali de keşke daha önce tanışsaymışım dediğim yazarlardan biri... Sabahattin Ali'nin diğer kitaplarını da en kısa zamanda okumak istiyorum.

Kitabın basımına da kısaca değineyim. Bendeki kitap 62. baskı. Diğer baskıları bilmiyorum ama kitap bu baskıda olduğu gibi basılmış; üzerinde hiçbir oynama, değişilik yapılmamış. Kitabın içeriğini değiştirmek yerine, artık kullanılmayan eski kelimelerin günümüzdeki karşılıkları sayfanın altında belirtilmiş. Yazara saygı duyarak orijinal eseri yayımlayan yayınevini tebrik ediyorum. Ayrıca, kelimelerin anlamlarını belirtmelerini de okurlar için yapılan bir jest olarak algılıyorum.

Kürk Mantolu Madonna, daha önce okumadığıma pişman olduğum kitapların başında yer alıyor. Tür bakımından ilgi alanımın çok dışında olsa da kitabı bayılarak okudum. Sabahattin Ali'nin üslubu, Türk yazarlara karşı duyduğum ön yargıyı yıkacak derecede başarılı. Yazarın diğer kitaplarını da mutlaka okuyacağım.



Maria Puder bana bir ruhum bulunduğunu öğretmişti ve ben de onun, şimdiye kadar rastladığım insanlar arasında ilk defa olarak, bir ruhu bulunduğunu tespit ediyordum. Muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı, ama birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gideceklerdi. Bir ruh, ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu... Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya, -ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. O zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için, her şeyi çiğneyerek, birbirine koşuyordu.





post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, , , , , , , , , , ,

Yorum: Snowpiercer (2013)

Tür: Aksiyon, Bilim Kurgu, Gerilim
IMDb Puanı: 7,0 (63.757 oy)
Türkçe Adı: -
Yönetmen: Joon-ho Bong
Oyuncular: Chris Evans, Jamie Bell, Tilda Swinton, Song Kang-ho, John Hurt...
Vizyon Tarihi: 1 Ağustos 2013 (Güney Kore)
Süre: 126 dk.
2031 yılında, küresel ısınmayı durdurmak üzere yapılan bir deney yanlış gitmiş ve dünya yeniden buzul çağına dönmüştür. Bu felaketten geride kalan az sayıda insan, Snowpiercer adı verilen bir trende yaşamak zorunda kalmıştır. Ancak trendeki insanlar yöneten ve yönetilen kesim olarak ikiye ayrılmıştır. Sürekli ezilen arka vagon halkı, artık bu duruma bir son vermek istemektedir.

Snowpiercer, yaklaşık bir ay önce izleyecek dizi ve film bulamadığım zamanlarda keşfettiğim filmlerden biriydi. Filmin başrolünde Chris Evans'ın olduğunu görünce filmi merak etmiş, konusuna bakınca da mutlaka izlemeliyim diye düşünmüştüm. Ama araya başka şeyler girince filmi izlemeyi erteledim. Yine dizi ve film konusunda boşluğa düştüğüm şu zamanlarda Snowpiercer, kurtarıcım oldu.

Filmin konusu oldukça iyi. Film sektöründe buna benzer birçok film olduğunun farkındayım ama filmi izleyince, Snowpiercer'ın diğerlerinden nasıl ayrıldığını görebilirsiniz. Bu, filmin sonuna kadar anlaşılmıyor. Fakat senaryo, filmin sonuna yaklaşıldıkça kötü, çok kötü şeylerin olacağı sinyalini veriyor ve ben bunu çok iyi hissettim. Bir şeylerin doğru olmadığını, ama doğruymuş gibi gözüktüğünü bir şekilde anlıyorsunuz; en azından ben anladım ve sanırım bunu daha önce hiçbir filmde deneyimlememiştim. Filmin fragmanı Snowpiercer'ı otoriteye karşı gelerek insanların hakkı olanı almak için başlattığı bir isyan filmi gibi gösterebilir ama film bundan çok daha fazlasını anlatıyor.

Senaryo dışında filmin başarılı bulduğum bir diğer özelliği oyuncu kadrosu ve bu oyuncuların harika performanslarıydı. Tilda Swinton'ı geçirdiği başarılı değişimden ötürü tanımakta zorlandım ama performansı her zamanki gibi mükemmeldi. John Hurt de aynı şekilde çok iyiydi ve tabii bir de Chris Evans var... Kendisini artık Kaptan Amerika olarak benimsesem de kendisi Snowpiercer'da, Kaptan Amerika'yı 126 dakikalığına unutturacak şahane bir oyunculuk sergiliyor.

Bu arada, filmin konusu aslında Le Transperceneige adında bir çizgi romana dayanıyor. Bulabilirsem çizgi romanı da edinmek istiyorum. Film, çizgi romandaki çizimler baz alınarak çekildiği için, çizgi romanla arasındaki uyumu merak ediyorum.

Filmi severek izlememin asıl nedeni fragmanın filmi tam olarak yansıtmamasıydı. Snowpiercer fragmanda bir isyan filmi olarak sunulmuş; bu sayede de senaryonun derinliği ancak film izlendiği zaman gözler önüne seriliyor. Özellikle -benim gibi- fragmanlarda verilen minik spoilerlar yüzünden tadınız kaçıyorsa, filmi izlemek istemiyorsanız, merak etmeyin; Snowpiercer'da böyle bir durum söz konusu değil. Sanırım ilk defa filmi tam olarak yansıtmayan bir fragman izlediğim için seviniyorum :)

Film, görsel açıdan tam bir şölendi. Bolca kan ve dövüş vardı; havadaki heyecan da elle tutulur cinstendi. Beni bir tek filmin sonu tatmin etmedi. Bir şeylerin eksik kaldığını düşünüyorum, ama adını tam olarak koyamıyorum. Gerçi, her şey açığa çıktıktan sonra yapılacak tek şey, daha doğrusu bir fark yaratabilecek tek şey yapıldı. Yine de, eksik bir şeyler var gibi geliyor bana. Ayrıca, bu kadar çok ölüm olmamalıydı diye de düşünüyorum.

Aksiyonu ve gerilimi ağır basan bir bilim kurgu filmi arıyorsanız Snowpiercer'a bir bakın, derim. Ayrıca, filmin mükemmel bir oyuncu kadrosu ve fragmanda gösterilenden çok daha derin bir senaryosu var. Spoiler vermemek adına senaryonun derinliğinden, altında saklı kalan bütün o olgulardan ve metaforlardan bahsetmedim. Bahsetseydim, bu yazı uzar giderdi zira filmin anlatmak istediği şeyler fazlasıyla yoğun ve düşündürücü. Filmi boş bir zamanınızda kendinizi vererek izlerseniz, filmden daha çok zevk alacağınızı düşünüyorum.


post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, , , , , , , , ,

Yorum: Jules Verne - Dünyanın Merkezine Yolculuk

Tür: Bilim Kurgu, Fantastik, Macera, Klasik
Goodreads Puanı: 3,79 (68.644 oy)
Orijinal Adı: Voyage au centre de la Terre
Yayınevi: Taksim & Taksim Yayınları
Çeviri: Necla Turan
Basım Yılı: 2005
Sayfa Sayısı: 144
Hamburg'un eski mahallesindeki küçük bir evde, genç ve çekingen Axel, amcası jeolog ve madenbilimci Profesör Lidenbrock'la birlikte çalışmaktadır. Delikanlı, bu sabırsız ve öfkeli profesörün yanında yaşayan güzel bir Estonyalı kıza, Graüben'e aşıktır. Bir gün profesör, eski bir elyazmasının içinde bir şifre bulur ve hayatları o andan itibaren altüst olur. Onaltıncı yüzyılın ünlü İzlandalı bilgini Arne Saknussemm, bu şifrede, İzlanda'daki sönmüş yanardağ Sneffels'in kraterinden Dünya'nın merkezine indiğini açıklamaktadır! Profesör Lidenbrock büyük bir heyecana kapılır ve yeğeni Axel'le birlikte İzlanda'ya gider. Sakin ve soğukkanlı rehberleri Hans'ın eşliğinde, yanardağın gizemli derinliklerine inerler... Yerin altında, sürprizlerle dolu bir yolculuk onları beklemektedir.
Jules Verne'in kitaplarıyla babamın vasıtasıyla tanışmıştım. İçinde Dünyanın Merkezine Yolculuk'un da olduğu 10 kitaplık bir mini seti bana hediye ederek kitaplara ısınmamı sağladı. Ben de şimdi, Okuma Şenliği sayesinde, 9 yıl önce okuduğum Dünyanın Merkezine Yolculuk'u büyük bir zevkle tekrar okudum.

Kitaplara ve fantastik türüne, Dünyanın Merkezine Yolculuk'u okuduktan sonra ilgi duymaya başladım. Bu kitap sayesinde bilimi ve uzayı merak ettim; galaksileri, gezegenleri ezberledim; kendimi sonu gelmeyen belgesellere kaptırdım ve Harry Potter'la tanıştım. Bu yüzden de Jules Verne'in bendeki yeri apayrıdır.

Jules Verne'in en çok hayal gücüne hayranım. Bulunduğu zamanın çok ötesinde düşünebilen, yaratıcı bir insan kendisi. Kitapları da bu yaratıcılığı fazlasıyla gösteriyor. Dünyanın Merkezine Yolculuk'u ilk okuduğumda, kurguda yer alan inanılmaz olaylar büyülemişti beni. Kitabı şimdi elime alınca dahi, Verne'in hayal gücü beni hayrete düşürüyor. Yazdıklarının gerçek olmadığını bilmeme rağmen, bilimsel gerçekleri bir kenarı koyuyorum ve kitabın keyfini çıkarıyorum.

Verne, diğer kitaplarında olduğu gibi Dünyanın Merkezine Yolculuk'ta da bilimden bolca yararlanıyor. Dünyanın Merkezine Yolculuk, biraz masal tadında bir kitap olsa da kitapta geçen çoğu olay bilimsel gerçeklerle desteklenmiş. Özellikle bu kitapta Verne, yer kabuğunun altında yer alan gerçek olması imkansız bir dünya tasvir etse de; bilimi kullanarak bulunduğu dönemdeki insanların kafasında soru işaretleri ya da belkiler bırakmıştır diye düşünüyorum. Bana göre hayal gücü, bilimle buluşunca ortaya hem daha gerçekçi hem de daha fantastik bir dünya çıkıyor.

Kitabın, okuduğum en sürükleyici kitaplardan biri olduğunu da belirtmeliyim. Karakterlerin çıktığı macerayı çocukken de soluksuz okumuştum, şimdi de öyle okudum. Başları derde girdiğinde nefesimi tuttum, sorunları çözdüklerinde rahat bir nefes aldım, şahit oldukları harika yerleri hayal ettim; ben de o maceranın içindeymişim, dünyanın merkezine onlarla birlikte iniyormuşum gibi hissettim.

Elimdeki kitap oldukça eski bir basım. Çeviri de çocukların rahatça anlaması için biraz sadeleştirilmiş. Bu açıdan baktığımda çevirinin başarılı olduğunu söyleyebilirim. Ama yetişkinseniz, İthaki'nin çıkardığı gibi kitabın tam metin çevirisini yapan bir basımını almanızı tavsiye ederim. Bu arada, yukarıda yer alan konu da İthaki'nin basımının arka kapak yazısı. Taksim & Taksim Yayınları'nın basımının arka kapağında konu ile ilgili bir bilgi bulunmuyor; onun yerine yayınevi, çocuk klasiklerinde bulunan kitapların isimlerine yer vermiş.

Dünyanın Merkezine Yolculuk, bilimle desteklenmiş kurgusu ve sürükleyiciliğiyle bambaşka bir dünyanın kapılarını açıyor. Her çocuğun mutlaka okuması gerektiğini düşündüğüm bu kitabı sadece çocuklara değil, herkese tavsiye ediyorum.



Bir İngiliz kaptanın teorisini hatırladım. Teoriye göre dünya içi boş dev bir küreydi. Kürenin içindeki hava basınç yüzünden ışıklı ve aydınlıktı. Pluto ve proserpina adlı iki yıldız da kürenin içinde esrarlı yörüngeler çizerek geziniyorlardı. Acaba o kaptan gerçeği mi söylemişti?





post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, , , , , , ,

Yorum: Sertap Yar - Yarın Yeniden

Tür: Çağdaş/Modern, Türk Edebiyatı
Goodreads Puanı: 3,00 (3 oy)
Orijinal Adı: -
Yayınevi: Sepya Yayınları
Çeviri: -
Basım Yılı: 2012
Sayfa Sayısı: 176
Her aşkın sonu hayal kırıklığı olabilir. Umutla atılan her adımın sonu hüsran, yeni bir sabaha uyanmanın bedeli kederin ağırlığıyla geçen karanlık geceler de olabilir. Bir sabah yatağından yeni bir hayata başlamak için uyanmak ise tüm bunların üstesinden gelebilecek tek sebeptir. Çaresizliği ve yalnızlığı gözlerinden okunan Özlen'in de tek isteği, sevginin varlığıyla nefes alabileceği yeni bir hayattı. Hüsranla biten evliliklerinin, çocukluğunun ve bir aileye sahip olamamanın yaralarını taşıyan, varoluş savaşı hep hayal kırıklığıyla sonuçlanan Özlen, yarın yeniden başlayabilecek gücü ve cesareti kendinde bulabilecek mi?

Yarın Yeniden, hepimizin acısını sırtlanıyor aslında. Sertap Yar bizi yeni bir hayat için yazılmış, duygu dolu bir hikâyeyle baş başa bırakıyor.
Yarın Yeniden, uzun zamandır kitaplığımda okunmayı bekleyen ve Okuma Şenliği sayesinde bitirebildiğim kitaplardan biri. Kitabın kapağına, arka kapak yazısına baktığımda aklımda aşağı yukarı bir konu oluşmuştu. Ama kitap, beklediğimden çok farklı çıktı; bu yüzden de hayal kırıklığına uğradım.

Kitaba çok büyük beklentilerle başlamadığım halde hayal kırıklığına uğradım. Öncelikle kapak, konu ve arka kapak yazısının birbirleriyle uyumundan bahsedeyim. Kapak ve arka kapak yazısının uyumlu olduğunu söyleyebilirim. Ama bu ikilinin uyumu yeterli değil, kitabın içeriğini de yansıtmalıydı. Şahsen ben kapağa ve arka kapak yazısına baktığımda 20'lerinde, genç bir kadının birçok şey yaşadığını ve bunları aşabilmek için çok çabaladığını anlıyorum. Tabii bütün bunlar günümüzde, -kapağa bakarak da- en geç 2000'lerin başlarında yaşandığını düşünüyorum. Ama kitabı açıp okuduğumda bambaşka bir dünyayla karşılaştım. Olaylar, yaklaşık 25 yıl gibi bir zaman dilimine yayılmış ve olayların geçtiği çevre bana çok yabancı. Öyle ki kitabı okurken çok sinirlendim, karakterlere ve yaşadıklarının acımasızlığına sinirlenerek okudum kitabı ama bir kere bile o tanıdıklığı hissedemedim.

Kitabın kurgusu fena değildi. Mantık hataları yoktu ama bazı olayların abartıldığını düşünüyorum ya da bütün bunlara yabancı olduğum için öyle diyorum, bilemeyeceğim. Ama cidden, neredeyse her erkek de aldatır mı yahu! Her kadın bu kadar güçsüz mü; dayak yediği, aldatıldığı, görmezden gelindiği halde bunları geç olana kadar sineye çeker mi? Ayrıca, kitabın cinsellik yönü de fazlasıyla ağır; bunun kapak ile arka kapak yazısıyla uyumsuzluğunu bir kenara koyarsak, cinselliğin aldatma üzerinden anlatılmasını hiç sevmedim. Aldatmanın olmadığını savunmuyorum ama bu kavramın kitapta bu kadar sık ve bu kadar şiddetli olmasının abartılı olduğunu düşünüyorum.

Kitabın anlatımı çok doğal olsa da, aynı şekilde bazı olumsuzluklar içeriyor. Örneğin, yazar olayları kadın karakterin bakış açısıyla anlatırken sonraki paragrafta bir olayı bir önceki paragrafta anlattığını söylüyor. Bu tarz bir uyumsuzlukla neyse ki bir kere karşılaştım. Ama bunun dışında anlatımda bazı kopukluklar da vardı. Özellikle kişi betimlemelerinin birazcık fazla olduğunu düşünüyorum. Bir kişinin özellikleri bir paragrafa sığdırılıp sonraki paragrafta bu kişiyle ilişkili bir başka karakterin özellikleri anlatıldığında konu dağılıyor ve o paragraflar birbirini tamamlamıyor. Onun yerine, bu kişilerin ortak özellikleri veya konuyla ilgisi olan özellikleri anlatılırsa daha iyi olabilir. Karakterlerin diğer özellikleri, olay örgüsü ilerledikçe okuyucuyla paylaşılabilir. Gerçi, kitap biraz da bir anıyı anlatır tarzda yazıldığı için böyle betimlemelerin olması gerektiğini de düşünmüyor değilim.

Yazarın, duyguları okuyucuya güçlü bir şekilde hissettirmesini sevdim. Aslında bu biraz benimle de ilgili olabilir. Okuduğum olaylar bana o kadar ters, ana karakterin davranışları benimkilerle o kadar zıt ki kızın her olayında, her davranışında sinir krizleri geçirdim. Söylenerek, sinirlenerek, kızarak okudum kitabı. Bütün bunların, gerçek bir olaydan esinlenerek yazıldığını da okuduğumu hatırlıyor gibiyim, umarım doğru değildir. Çünkü böyle bir hayatın gerçek olamayacak kadar acımasız olduğunu düşünüyorum.

Yarın Yeniden, kapaktan anlatıma kadar olumsuzlukları olan bir kitaptı. Yazarın birçok okur tarafından severek okunduğunun farkındayım, demek ki daha sonra kalemini geliştirerek iyi eserler ortaya çıkarmış. Ama Yarın Yeniden'ın bu iyi kitaplardan olmadığını düşünüyorum. Ayrıca, Yarın Yeniden ile bu tarz kitapların bana hitap etmediğini de fark ettim. Eğer siz böyle kitaplar seviyorsanız, Yarın Yeniden'i tavsiye edebilirim.



Annelerimizden öğrendiğimiz anaçlık rolünü, eşlerimiz için oynamak zorundaydık ve bu onların hatalarını desteklemekten başka bir işe yaramıyordu. Bu oyunu kabul etmeyen kadınlarımız, ağır şiddete boyun eğmelilerdi.





post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, , , , , , ,

Yorum: Kevin Wilson - Fang Ailesi

Tür: Çağdaş/Modern, Mizah
Goodreads Puanı: 3,62 (13.768 oy)
Orijinal Adı: The Family Fang
Yayınevi: Domingo Yayınevi
Çeviri: Emre Ülgen Dal
Basım Yılı: 2012
Sayfa Sayısı: 304
"ŞİMDİ SURATINA BİR TANE ÇAKSAM, SANAT DİYEBİLİR MİYİM BUNA?"

"Yılın en iyisi... Bildiğiniz şaheser."
-Nick Hornby

BAY VE BAYAN FANG yaptıkları şeye sanat diyorlardı.
ÇOCUKLARINA göre ise bu bir tür şeytanlıktı.
Şayet Caleb ve Camille Fang gibi hayatınızı performans sanatına adamışsanız, ve yapıtlarınız gerçekliği çarpıtmak üstüne kurulmuşsa, konu ebeveynliğe geldiğinde kimse sizden harikalar beklememeli. İnanmazsanız Buster ile Annie Fang'e sorun. Onlar kendilerini bildi bileli (istemeden) anne babalarının zirzop yapıtlarında rol aldılar. Ama sonra büyüdüler, önce anne babalarının yarattığı garip dünyanın ötesine adım attıkları yaşa, ardından o dünyada tutunamayıp, kurdukları yaşamların başlarına yıkıldığı yaşa geldiler. Biri sancılı bir yazar, diğeri Hollywood'da umut veren bir aktris olan iki kardeş, büyüdükleri eve dönmekten başka çare göremediler. Ancak anne babaları onlarla ilgilenemeyecek kadar meşguldü; "başyapıtımız" dedikleri son bir performansı hayata geçirmeye hazırlanıyorlardı. Çok geçmeden hırslar çarpıştı ve her bir Fang üyesi çok önemli bir kararın eşiğine geldi: Önemli olan aile miydi, yoksa sanat mı?

Kevin Wilson'ın pek çok yayın organı tarafından "yılın en iyileri" seçkisine dahil edilen ve yakında sinemaya adapte edilecek romanı FANG AİLESİ, sürekli çatışan ama birbirini sevmekten asla vazgeçmeyen tuhaf bir ailenin eşsiz hikayesi.
Fang Ailesi'ni bu seneki kitap fuarından almıştım. Kitabı uzun süre kitaplığımda bekletmek istemediğim için Okuma Şenliği'ne dahil ettim ve bu kapsamda okumayı planladığım kitabı dün bitirdim.

Domingo Yayınevi aklımda hep farklı  kitapları çıkaran bir yayınevi olarak kalmıştı. Fang Ailesi de aklımdaki bu imajı destekler nitelikte bir kitap. Kitabın konusu özgün, karakterleri ilginç. Bay ve Bayan Fang, şimdiye kadar karşılaştığım en garip karakterlerden. Kişilikleri gibi düşünceleri ve eylemleri de sıradışı. Öyle ki, kitabın ilk sayfalarında bu kadar da olmaz dedirtebiliyorlar. Ama okudukça onların garipliklerini, tıpkı Annie ve Buster gibi normal karşılıyorsunuz ve her ne kadar bu aileye katılmak imkansız gibi görünse de, kendinizi ailenin bir parçası gibi görmeye başlıyorsunuz.

Bay ve Bayan Fang'in eski çalışmaları, bölümlerin arasına serpiştirilmişti. Bir yandan karakterlerin bugünkü yaşamlarına bakarken diğer yandan geçmişte neler yaşadıklarını ve nasıl bu hale geldiklerini okumak güzeldi. Bütün bu çalışmalar kitabın ilk yarısında toplanıp olay örgüsü kronolojik olarak sıralansaydı, bünyem o kadar garipliği kaldıramazdı. Kısacası, bölümlerin bu şekilde ayarlanmasını iyi bir seçim olarak görüyorum.

Kitabın sevdiğim bir diğer özelliği, geçmişe ve günümüze ait birçok referans barındırması. Kitaplardan filmlere, sanattan genel kültüre kadar çeşitli referanslar yüzeysel veya ayrıntılı bir şekilde kurguda yer alıyor. Aralarında oldukça şaşırtıcı bilgiler de var.

Yazarın kullandığı dil de seçtiği konu kadar farklı geldi bana. Kevin Wilson, kitaplarda her zaman görmediğimiz argo sözcükleri ve küfürleri kullanmaktan çekinmemiş. Başlarda yazarın üslubunu biraz garipsesem de sonradan alıştım. Yazarın, günlük konuşma dilini edebiyata başarıyla aktardığını düşünüyorum. Çevirmen de kitapta geçen argo sözcükleri ve küfürleri yumuşatmadığı ve sansürlemediği için bir alkışı hak ediyor, bence.

Kitabın sevmediğim tek yeri sonuydu. Sayfalar boyunca Bay ve Bayan Fang'in ne kadar aykırı, farklı ve garip olduğunu; insanları şaşırtabildikleri kadar şaşırtmaya çalıştıklarını okuyoruz. Son projelerinin çocukları tarafından hem de daha başlarda böylesine kolay tahmin edilebilmesi beni hayal kırıklığına uğrattı. Ayrıca, çiftin katlandıkları zorluklar insanların göstereceği şaşkınlığa da değmezdi, bana göre. Yine de kitabın sonunu sevmediğimi söyleyemeyeceğim, sadece biraz aceleye getirtilmiş olduğunu düşünüyorum.

Tuhaf karakterleri ve orijinal konusuyla Fang Ailesi, okuduğum en ilginç ama en komik kitaplardandı. Yaz tatiline renk katmak ve hayatın monotonluğunda biraz olsun uzaklaşmak isteyenlere Fang Ailesi'ni şiddetle öneriyorum.



Annie emin değildi, ama ona göre hayat en çok filmlere benzediğinde güzeldi. Okumamış da olsanız, her şeyin nasıl biteceğini söyleyen bir senaryo olduğunu bilirdiniz.





post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, , , , , , ,

Yorum: Albert Camus - Sürgün ve Krallık

Tür: Felsefe, Öykü
Goodreads Puanı: 3,86 (4.654 oy)
Orijinal Adı: L'exil et le Royaume
Yayınevi: Can Yayınları
Çeviri: Tahsin Yücel
Basım Yılı: 2011
Sayfa Sayısı: 147
Albert Camus'nün genç yaşta ölümünden sonra Jean-Paul Sartre şunları yazmıştı: "Uzun süre düşünmeden seçimini yapmayan, bir kez seçince de buna bağlı kalan ender insanlardandı. Camus'nün insancılığında, ansızın bastıran ölüme karşı insanca bir davranış varsa; mutluluk yolunda giriştiği o gururlu, katıksız araştırma, insana bu denli aykırı gelen ölüme dayanıyor, ölümle besleniyorsa; Camus'nün yapıtını da, bu yapıttan ayrı düşünülemeyecek yaşamını da, varlığın her anını ölümün elinden kapan bir insanın katıksız, başarılı denemesi olarak görebiliriz."

Kırk dört yaşındayken Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan Albert Camus, Sürgün ve Krallık'ta yer alan altı öyküde, acıma, güçsüzlük, iyilik, kötülük gibi insanın temel durumlarını, davranışlarını yönlendiren kurban ve cellat ikilemini ele alıyor.
Sürgün ve Krallık, iki yıldır kitaplığımda okunmayı bekleyen kitaplardandı. Kitabı daha önce başka bir Okuma Şenliği'nde okumayı planlamıştım ama okuyamamıştım. Fakat bu sefer kitabı, Yaz Okuma Şenliği'nde okumayı başardım.

Sürgün ve Krallık, okuduğum ilk Albert Camus kitabıydı. Beklentilerimin oldukça altında bir kitap okudum. Ama, Camus'nün kitaplarına başlamak için kötü bir seçim yaptığımı da düşünüyorum. Çünkü Sürgün ve Krallık, beni etkilemeyen normal kitaplardan biriydi.

Kitap, 6 öyküden oluşuyor: Aldatan Kadın, Dönme ya da Karışık Bir Kafa, Dilsizler, Konuk, Jonas ya da Resim Yapan Ressam, Büyüyen Taş. Öyküler çok yoğun geldi bana. Öykü dediğimiz yazı türü, yüzlerce sayfada vereceği duygu ve düşünceleri çok daha az sayfada verebilmek için yoğun olmalıdır, biliyorum ama bu kadar yoğunluğun da fazla olduğunu düşünüyorum. Belki de kitabı yayarak okusaydım, öyküler bana bu kadar yoğun gelmezdi diye de düşünmedim değil; ama kitabı neredeyse bir ayda bitirebildim, daha ne kadar yayabilirdim ki...

Kitaptaki her hikâyenin ayrı bir teması var ve bu temaların, öykülerin anlaşılabilirliğini belirleyen en önemli etmenlerden biri olduğunu düşünüyorum. Bazıları öylesine karışık geldi ki bana, ara verip birkaç gün sonra öyküye tekrar dönmek zorunda kaldım. Bu 6 öyküden en iyi Konuk'u anladım; hem kurgu daha basit hem de Camus'nün dili daha anlaşılırdı. Jonas ya da Resim Yapan Ressam da severek okuduğum bir diğer hikâyeydi. Diğerlerini okurken pek bir şey anlayamadım ve bu yüzden de oldukça sıkıldım.

Birçok öyküde kurgu karışıktı ve yazarın üslubu ağırdı; bu öyküleri sonuna kadar okumamı sağlayan unsur ise betimlemelerdi. Kitaba genel olarak baktığımda, Camus'nün betimlemelerinin çok canlı olduğunu görüyorum. Bunu özellikle ilk öykü olan Aldatan Kadın'da hissettim, öyküde anlatılmak istenen olayı tam olarak anlamasam da betimlemeleri sayesinde öyküyü okurken iyi vakit geçirdim.

Albert Camus'nün kitaplarıyla tanışmak istiyorsanız, Sürgün ve Krallık iyi bir seçim olmayabilir. Ama daha önce yazarın başka kitaplarını okuduysanız ve okumadığınız bir tek bu kitap kaldıysa, ancak o zaman Sürgün ve Krallık'ı tavsiye edebilirim.



Kalkmak istedim, düştüm, mutluydum, en sonunda öleceğim için umutsuzca mutluydum, ölüm de serindir ve gölgesinde hiçbir tanrı barınmaz.





post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, ,

Etkinlik: Too Much Information [TMI]


Birçok etkinliğe katılmaya çalışsam da uzun zamandır tag yapmamıştım. Yorumbaz'ın diğer bloglardan görüp kitaplara uyarladığı Too Much Information tagini SaklamaKabı'nda Eren de yapmış ve beni etiketlemiş. Tag hakkında kısaca bilgi de vereyim; Too Much Information'ın dilimize tam çevirisi "Çok Fazla Bilgi" olarak geçiyor. Kendinizle ilgili saçma ve gereksiz kısacası çok fazla bilgiyi paylaşıyorsunuz. Yorumbaz'ın tag yazısına ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz; Eren'in vlog olarak yaptığı tage ise buradan ulaşabilirsiniz.

Aslında Eren beni bir başka tag için de etiketlemişti ama etrafımda beni sinir eden çok insan kalmadığı için bunu, Too Much Information'ın içine birkaç madde şeklinde koyabileceğimi düşündüm. Yorumbaz gibi ben de aklıma gelenleri sıralayacağım fakat onunkinden farklı olarak benimki sadece kitap ile ilgili olmayacak; kitap-dizi-film üçlüsü ağırlıklı olarak biraz da kendimle ilgili bilgiler vereceğim. Birkaç kişiyi etiketleyip onları zora sokmak istemiyorum, isteyen herkes yapıp linkini yazının altına yorum olarak bırakabilir :)

1) Yorum Cadısı, değişim geçirmiş bir blog. İlk olarak "Kitap Baykuşu" adıyla bir blog açmıştım fakat izlediğim dizi ve filmleri de paylaşmak istediğim için adını değiştirdim. Yazılarımı buraya taşıdım ve blog hayatıma kaldığım yerden devam ettim.

2) Bütün hayvanları sevsem de kedilerin yeri ayrıdır. Profilimde gördüğünüz kedi fotoğrafı da kendi çekimim, bahçede beslediğim kedilerden birine ait ^_^

3) Bir kitabı almadan önce çok araştırma yaparım. Eğer alacağım kitap kitapçıda kalmadıysa onun yerine başka bir kitap almam. Tabii bu durum, daha önce okumadığım bir yazarın kitabı için geçerli.

4) Blog açmak, hayatımda yaptığım en iyi şeylerden biri. SaklamaKabı'ndan Eren, Yorum Durağım'dan Damla ve Sihirbazın Güncesi'nden Emin'le blog sayesinde tanıştım fakat birbirimizi yıllardır tanıyormuşuz gibi hissediyorum. Blogumun bana kattığı en değerli şeyin bu üç kişi olduğunu düşünüyorum.

5) Başkalarının kitaplarını okuyamam ve kitap ödünç vermeyi hiç sevmem. Şu anda kitap ödünç verdiğim tek kişi ise kardeşim :) Gerçi ben, ikimizin kitaplarını bir gördüğümden birbirimizin kitaplarını ödünç alıyor sayılmayız :D

6) Evde kitap okumayı severim. Fakat kendimi çok kaptırdığım bir kitap olursa, her yerde okumaya çalışırım.

7) Birkaç klasik okuyup çok bilmişlik taslayan kişilerden nefret ederim. Kendisi bir kitap belirleyip "Bilmemneyi okumadıysan kendine kitap okuyorum deme" deyip insanları ezmeye çalışanlardan nefret ederim. "Madem amacın kitap okumak, git kütüphaneden al kitaplarını" diyenlerden nefret ederim. "Fantastik okuyacağına biraz gerçekçi kitaplar oku da okuduğun bir işe yarasın" diye boş boş konuşanlardan nefret ederim. Kısacası kitaba değer vermeyip değer veriyormuş gibi görünen ve değer verenleri ezenlerden nefret ederim.

8) Babamın teşvik etmesiyle kitap okumaya başlamıştım. Taksim & Taksim Yayınları'nın çıkardığı çocuk klasiklerini almıştı bana ve o kitaplardan biri, okuduğum ilk kitap olma özelliğine sahip :)

9) Beni ağlatan ilk kitap Pal Sokağı Çocukları'ydı. Harry Potter ve Melez Prens'i okuyana kadar beni ağlatan başka bir kitapla karşılaşmadım.

10) Hayatımda hiç korsan kitap almadım. Alanları eleştirmem fakat parasını çarçur edip korsana yönelenleri ciddi ciddi eleştiririm.

11) Polisiye türüyle Agatha Christie'nin Lahitteki Ceset kitabıyla tanıştım.

12) Beyaz perdeye uyarlanan bir kitabın her zaman kitabını tercih ederim.

13) Filmin 3D gibi sinema salonuna ait özellikleri varsa veya filmin büyük bir fanıysam, uzun zamandır çıkmasını bekliyorsam vs. filmi sinema salonunda izlerim.

14) 2 yıl öncesine kadar bu kadar çok dizi izlemezdim. Takip ettiğim belli başlı diziler vardı. Üniversitede hazırlığı yarım senede bitirince kalan 6 ayı dizi izleyerek geçirdim ve bolca kitap okudum. Blogumu da bu tatil zamanında açtım.

15) Kitaplarda olduğu gibi dizilerde de serileri bitirmeye çalışırım. Yarım bıraktığım seri sayısı kitaplarda daha azken dizilerde daha fazladır.

16) Vampir Günlükleri, hem dizisini hem de kitabını yarım bıraktığım tek seri.

17) Lestat, fanlığın dibine vurabileceğim tek vampir karakter.

18) Filmlerde altyazıyı tercih ederim. Bir filmi dublajlı izlemektense hiç izlemem.

19) İzlediğim ilk film fareli bir animasyondu. 9 yaşındayken, bir okul gezisi sayesinde izlemiştim.

20) Düzgün bir kitaplığım olmadığı için odamda boş bulduğum her yere kitaplarımı sıkıştırabilirim.

21) Dracula, favorilerimden olmasına rağmen bir daha okumayı düşünmediğim tek kitap. Kitabı okuduğum süre boyunca geceleri uyuyamamış, sürekli izlendiğim hissine kapılmıştım.

22) Daha önce izlediğim filmleri tekrar izlemeyi sevmem; ama Star Wars, Yüzüklerin Efendisi, Harry Potter gibi favorilerimi izlemeye doyamam.

23) Eskiden, ölüm yiyenlerin sahip olduğu karanlık işaret dövmesi yaptırmayı çok isterdim; birkaç yıl içinde fikrim değişmezse yaptırmayı da düşünüyorum.

24) İndirim ve kampanya olmadıkça mağazalardan kitap almıyorum. İnternetten sipariş vermeyi tercih ediyorum.

25) Sonu kötü/mutsuz ve şok edici bir şekilde biten kitaplara sinir olsam da aslında bu tarz sonları severim :D

post signature
Paylaş:
Devamını Oku
,

Ne(ler) Okuyorum | 4


Benim için temmuzun ortası demek, klimayla gelen üşütme ve soğuk içeceklerin getirdiği boğaz ağrısı demek. Her temmuz ortasında üstümde, artık gelenekselleşmiş bir hastalık havası oluyor. Bu yaz da geleneği bozmadım ve o hastalık öncesi havaya girdim. Muhtemelen önümüzdeki birkaç gün boyunca battaniye-çay-kitap üçlüsüyle bolca vakit geçireceğim.

Hastalık isteksizliğine girmeden önce, şu sıralar okuduğum iki kitabı bitirmek niyetindeyim. Sürgün ve Krallık ile Fang Ailesi'ni Okuma Şenliği kapsamında okuyorum. Sürgün ve Krallık, Albert Camus'nün yazdığı bir öykü kitabı. Kitabın son öyküsüne geçtim, yorumunu ise çok yakında bloga ekleyeceğim. Fang Ailesi, okuduğum en eğlenceli kitaplardan biri. Onun da yorumunu bu hafta içinde yazmayı planlıyorum.

Siz ne(ler) okuyorsunuz/okumayı düşünüyorsunuz?

post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, , , , , , , ,

Yorum: John Green - Kâğıttan Kentler

Tür: Çağdaş/Modern, Genç-Yetişkin, Gizem
Goodreads Puanı: 4,09 (213.378 oy)
Orijinal Adı: Paper Towns
Yayınevi: Pegasus Yayınları
Çeviri: Banu Talu
Basım Yılı: 2013
Sayfa Sayısı: 320
Kendini ararken kaybolmanın ve yeni bir başlangıçla hayat ile aşkı keşfetmenin hikâyesi...

Quentin Jacobsen tüm hayatını, maceraperestliğin kitabını yazmış Margo Roth Spiegelman'ı uzaktan severek geçirmiştir. Bu yüzden Margo tıpkı bir ninja gibi giyinmiş halde penceresine tırmanıp zekice planladığı intikam savaşına onu davet edince Quentin, Margo'nun peşine düşer.

Genç kızla sabaha kadar ortalığı karıştırdıktan sonra okula giden Quentin, her zaman bilinmezlerle dolu olan Margo'nun artık tam bir gizeme dönüştüğünü keşfedecektir. Fakat kısa süre sonra ipuçları olduğunu ve bunların kendisi için bırakıldığını fark eder. Birbirinden bağımsızmış gibi görünen ipuçlarının peşinde inatla ilerlemesine rağmen Quentin, Margo'ya ne kadar yaklaşırsa, tanıdığını sandığı kızdan o kadar uzaklaştığını görecektir...

"Hem kahkaha attıracak kadar komik hem de gerçekten dokunaklı."
-Kliatt

"Green'in kalemi hayret verici... Bir şeyin nasıl hissettirdiğini, göründüğünü, etkilediğini sayfa sayfa belgeliyor. Büyüleyici, zekice kurgulanmış ve fazlasıyla duygusal."
-School Library Journal
Kâğıttan Kentler, kitaplığımda okunmayı bekleyen son John Green kitabıydı. SaklamaKabı'ndan Eren, -içinde Kâğıttan Kentler'in de bulunduğu- okuduğu son kitaplara şurada vlog yapmıştı. Biraz da onun yorumlarından aldığım gazla kitaba başladım ve iki günde bitirdim. Okuduğum diğer John Green'ler gibi bu da beni biraz çarptı. Fakat okudukça alışıyorum sanki, yazarın kitaplarını okuduktan sonra kendimi içinde bulduğum bu düşünce selinden daha çabuk çıkmayı öğrendim ;) Yazarın daha önce iki kitabını okumuştum; Aynı Yıldızın Altında için buraya, Alasaka'nın Peşinde içinse buraya tıklayarak yorumlara ulaşabilirsiniz.

Kâğıttan Kentler, hem konusu hem de karakterleri bakımından Alaska'nın Peşinde'ye çok benziyor. Olaylar, her iki kitapta da erkek ana karakterin gözünden anlatılıyor; bu erkek karakterlerin sevdiği ve yücelttiği birer kadın karakter mevcut; erkek karakterin arkadaşları eğlenceli ve bu kadın karakter için bir şey yapıyorlar; her iki kitapta da kadın karakteri çevreleyen bir gizem var. Bu benzerliklere rağmen Kâğıttan Kentler'in, Alaska'nın Peşinde'den çok daha iyi bir kitap olduğunu düşünüyorum. Ama favori JG kitabım hâlâ Aynı Yıldızın Altında :)

Kâğıttan Kentler'in, Alaska'nın Peşinde'den daha iyi bir kitap olduğunu düşünme nedenlerimden ilki, Kâğıttan Kentler'in kadın ana karakteri Margo'nun, Alaska'dan daha mantıklı kararlar verebilen ve daha güçlü bir karakter olduğunu düşünmem. Alaska'nın geçmişini öğrenince neden böyle davrandığını anlamıştım fakat yine de o hâle gelmemeyi de seçebilirdi diye düşünüyorum. Margo ise kitabın yaklaşık son 100 sayfasına kadar bana saç baş yoldurtan bir karakterdi. Ama daha sonra sevmediğim Margo'nun, Quentin'in kafasında yarattığı Margo olduğunu anladım ve Margo, favori karakterlerimden biri oldu.

Bir diğer neden Kâğıttan Kentler'deki gizemin, Alaska'nın Peşinde'ye kıyasla daha ustaca kullanılmış olması. Alaska'nın Peşinde'deki gizem daha çarpıcı olsa da kitabın son sayfalarına doğru sönerek önemini yitiren türdendi. Ama  Kâğıttan Kentler'deki ise heyecanını son sayfalara kadar koruyor.

Alaska'nın Peşinde'de cinselliğin fazla vurgulandığını düşünmüştüm. Kâğıttan Kentler'de de cinsellik bulunuyor ama çok abartılı değil. Hatta karakterler bu konuyu şakaya vurup gayet komik espriler yapıyorlar. Cinselliğin ele alınış şekli, Kâğıttan Kentler'i daha çok sevmemi sağladı.

Kitabın, Alaska'nın Peşinde'yle karşılaştırabileceğim daha birçok yönü var. Önde gelen, yukarıda yazdığım üç konuydu. Diğerlerinden de kısaca bahsetmek gerekirse; Kâğıttan Kentler'deki arkadaşlık ilişkilerinin daha sağlam olması, aşktan ziyade gizeme ağırlık verilmesi ve sonunun şaşırtıcı olması Kâğıttan Kentler'i, Aynı Yıldızın Altında'dan sonra favori John Green kitabım yapan nedenlerden.

Kâğıttan Kentler'in, John Green'in diğer kitaplarıyla benzerlikleri dışında kitabı sevmemi sağlayan kendisine ait özellikleri de var. Yazarın bu kitapta kullandığı bakış açısı, okuduğum diğer John Green kitaplarına kıyasla fazlasıyla iyimser geldi bana. Kurgunun arasına biraz olumsuz olaylar, negatif düşünceler serpiştirilmiş olsa da genel olarak bakıldığında hem karakterler hem de yazar olaylara fazlasıyla pozitif bakıyor. Kâğıttan Kentler'i diğer John Green kitaplarından ayıran en önemli özellik de bu, bence.

Kitabın sonu da, kitabı sevmemi sağlayan özgün yanlarından biri. Kâğıttan Kentler, ucu açık bırakılmış bir sona sahip. Aslında ucu açık bırakılan sonları pek sevmem. O kadar sayfa boyunca hakimiyet yazarın elindeyken, birden bire okuyucuya geçmesi fikrini biz okurlar için yapılmış bir jest olarak görsem de yazarın ne düşündüğünü, kitabını nasıl bitirmek istediğini merak ederim. Kâğıttan Kentler'de de durum aynıydı. John Green'in bu son hakkında ne düşündüğünü merak ettim. Eğer kitap çok dikkatli bir şekilde okunursa, Margo'nun psikolojik profilinin çıkarılabilme ve kitabın sonunun az çok tahmin edilebilme ihtimali var, aslında. Q'nun Margo'sunu değil de gerçek Margo'yu okuyabilseydik, kitabın sonunu rahatlıkla tahmin edebilirdik diye düşünüyorum.

Kitabın sevmediğim tek özelliği, akıcılığıyla ilgili. İlk sayfalar fena değildi, ortalara doğru oldukça sıkılmaya başladım. Hatta bir yerden sonra kitabı yarım bırakmayı bile düşünmüştüm. Son 80 sayfaya kadar kitaba en fazla 3 veririm diyordum. Ama sonra asıl eğlencenin başladığı, o muhteşem son sayfaları okumaya başladım. Abartmıyorum, sırf o son 80-100 sayfa için kitaba 5 puanı bastım. O son kısmı okuması o kadar zevkli, o kadar eğlenceliydi ki benim için. Ardından gelen o duygu yüklü son da kitaba verdiğim tam puanı pekiştirdi.

Kâğıttan Kentler, okuduğum en eğlenceli John Green kitabıydı. Akıcılığı daha iyi olsaydı, Aynı Yıldızın Altında'yı tahtından edebilecek mükemmellikte bir kitap olurdu. Henüz John Green'in üslubuyla tanışmadıysanız da en kısa sürede tanışın, derim.



"...Ama çatlakların açılmaya başladığı an ile parçalandığımız an arasında çok zaman var. Ve ancak o zaman birbirimizi görebiliriz çünkü kendi çatlaklarımızın arasından dışımızdakileri ve başkalarının çatlaklarının arasından da onların içini görüyoruz. Ne zaman birbirimizi yüz yüze gördük? Sen benim çatlaklarımın içini, ben de seninkilerin içini görene kadar değil. Ondan önce, sadece birbirimizin fikirlerine bakıyorduk, penceredeki jaluziye bakıp içeriyi hiç görmemek gibi. Ama kabuk bir kere çatladığında ışık içeri girebiliyor. Işık dışarı çıkabiliyor."





post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, , , , , , , , ,

Yorum: Kelly Keaton - Güzel Şeytan (Gods & Monsters, #2)

Tür: Fantastik, Genç-Yetişkin, Mitoloji, Paranormal
Goodreads Puanı: 4,16 (3.596 oy)
Orijinal Adı: A Beautiful Evil
Yayınevi: Dex Yayınları
Çeviri: Melis Özben
Basım Yılı: 2012
Sayfa Sayısı: 242
VAZGEÇİLMEZ BİR GÜÇ.
KAZANILMASI GEREKEN BİR SAVAŞ.

Karanlığın Kızı'nın sonundaki korkunç mezarlık savaşından sonra Ari ve arkadaşları neyle karşı karşıya olduklarının farkındalar. Ari'nin başında Medusa laneti var ve bir gün dönüşeceği şey kabuslarına giriyor. Daha da kötüsü, tanrıça Athena küçük Violet'ı kaçırdı ve şimdi Ari'yi yok etmekle tehdit ediyor.

Ari, gözlerini ayıramadığı Sebastian ile birlikte Athena hakkında öğrenebileceği kadar çok şey öğrenmenin ve Violet'ı kurtarmanın peşinde. Fakat iyilikle kötülüğün savaşı düşündüğünden çok daha büyük çapta. Bugüne dek hayal bile edemediği kadar dehşetengiz bir dünyaya çekiliyor yavaş yavaş..

Karanlığın Kızı ikinci kitapla devam ediyor. Bir kez daha mitoloji ve kötülük, bugünkünden çok farklı bir New Orleans'ta kol gezmeye devam ediyor.
Güzel Şeytan, D&R'ın kampanyasından aldığım kitaplardan biriydi. Kitabı hem Okuma Şenliği hem de Kitap Dostları olarak yakın zamanda başlattığımız ikinci Dex Şöleni kapsamında okudum. Serinin ilk kitabı Karanlığın Kızı'nı da Dex Şöleni kapsamında okumuş, çok sevmiştim.

Yoruma geçmeden önce Karanlığın Kızı yorumumu okumak isterseniz buraya tıklayabilirsiniz.

Serilerin ikinci kitaplarını okumayı pek sevmiyorum. Çünkü ikinci kitaplar ilkine kıyasla genelde sönük olurlar. Hele bir de bu seri bir üçlemeyse yazar, olayları üçüncü ve son kitaba bağlamak ve bütün heyecanı son kitaba taşımak için ikinci kitapta saçma sapan olaylar kurgular, bu olayları da mantıksız bir nedene dayatır. Ama Güzel Şeytan, bu kategoriye giren kitaplardan biri değil. Aksine, ilk kitaptaki ile birbirine bağlı olaylar gittikçe anlam kazanıyor ve kitabın sonunda zirveye ulaşıyor.

Kitabın akıcılığı da ilki kadar iyi, hatta daha iyi; kitapta sürekli bir aksiyon, bir olay var. Aksiyonun olmadığı sayfalarda ise yazar, okuyucuyu akıl kurcalayan bazı sorularla baş başa bırakıyor. İlk kitaptaki mitoloji, bazı açıklamalardan yoksun olduğu için azıcık havada kalmış gibi gelmişti bana. Ama Güzel Şeytan'ın sonunda bu soruları cevaplandıran açıklamalar, mitolojiyle çok iyi desteklenmiş. Hatta yazar okuyucuların bu açıklamayı çözmesi için kitaba minik ipuçları bırakmış. Şahsen ben, kitabın akıcılığından sayfaları büyük bir iştahla okuduğum için bu ipuçlarının hepsine dikkat edemedim.

Yazarın betimlemeleri, beklediğim gibi, oldukça canlı bir portre çiziyordu. Kelimeleri okuduğum anda aklımda kolaylıkla canlandırabilmemin yanı sıra yazarın betimleme için seçtiği sözcükler yerindeydi. Ne çok abartılı bir sözcük dizisiyle karşılaştım ne de zayıf bir betimsel kelimeyle.

İlk kitapta, Ari ve Sebastian'ın ilişkilerinin ani gelişimini gerçekçi bulmadığımdan bahsetmiştim. Güzel Şeytan'da aralarındaki ilişkiyi gayet doğal buldum. İlişkileri değişen durumlara göre normal sayılabilecek bir yönde şekilleniyor. Yazarın, bu ikili arasındaki ilişkiyi kurgularken sahip oldukları yetenekleri göz önünde bulundurması, mantık hatalarını önlüyor. Spoiler sayılır diye örnek vermek istemiyorum ama bunu başka şekilde anlatamayacağım sanırım :D Ayrıca vereceğim örnek Güzel Şeytan'la değil de ilk kitapla ilgili spoiler içeriyor. İlk kitabı okuyup Sebastian'ın yeteneğini bilenler, ilk kitabın sonunda patlak veren olaylardan sonra Ari'nin neden Sebastian-dahil-herkes-benim-ucube-olduğumu-düşünüyordur havalarına girip kendisini Sebastian'dan uzaklaştır(a)madığını anlayacaklardır. Yazar, buna çok iyi müdahalede bulunmuş; Ari ve Sebastian'ın ilişkisinin saçmalamasına izin vermemiş. Çok ayrıntılı bir örnek oldu ama böyle ince detaylar hoşuma gidiyor ve bahsetmeden geçemiyorum :)

Dex, yine kitabın orijinal kapağını kullanmış. Serinin ilk kitabında da orijinal kapak kullanılmasına rağmen, o kapak yüzünden kitabı okumayı geciktirmiştim. Güzel Şeytan'ın orijinal kapağı ise hem kitabı yansıtıyor hem de göze hitap ediyor.

Güzel Şeytan, serinin ikinci kitabı olmasına rağmen gerek kurgu gerekse karakterler bakımından oldukça güçlü bir kitaptı. Aksiyon dolu kurgusu ve akıcı anlatımıyla severek okuduğum kitapların arasındaki yerini aldı. Kitabın her yönüyle serinin ilk kitabından daha başarılı olduğunu düşünüyorum.



Evdeki ahşaplar rutubetten, nemli iklimden ötürü çürüyordu. Pahalı duvar kağıtları tümden soyulup gitmişti. Kartonpiyerler yer yer çatlamıştı ve bir kapıyı hızla çarpacak olsak, ufalanan parçaları yere düşüyordu. 1331 First Sokağı, bana bir zamanların varlıklı Güneyli ailelerin süslü püslü kızlarını çağrıştırıyordu; meteliğe kurşun atar halde olsa da bunu itiraf etmeye yanaşmayan bir hali vardı.





post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, , , , , , ,

Yorum: Iva Procházková - Çıplaklar

Tür: Çağdaş/Modern, Genç-Yetişkin
Goodreads Puanı: 3,96 (45 oy)
Orijinal Adı: Die Nackten
Yayınevi: ON8 Kitap
Çeviri: Ayça Sabuncuoğlu
Basım Yılı: 2014
Sayfa Sayısı: 328
Kendin olmak, bazen kendini bulmaktan geçer. Bulanık bir nehirde, yakınlaşamadığın bedenlerde, yaşama pamuk ipliğiyle bağlı bir dostun varlığında, özüne erişemediğin bir rüyadan uyandığında ya da kendine çizdiğin sınırların ötesine baktığında... Çek yazar Iva Procházková, ergenliğin kaçınılmaz "çıplaklığını" ve hayatın yakıcı "soğuğunu" Berlinli beş gencin kesişen yaşamları üzerinden anlatıyor.

"Yaşın ilerledikçe, giyinmeye başlarsın. Giderek daha fazla tabaka edinirsin, bunlar seni duyarsız kılar. Bütün toplum çıplak kalsaydı, önce birbirimizi kucaklar, sonra da toplu harakiri yapardık." "Kendini çıplak hissetmiyor musun artık?" Babası yavaşça ve üzgün bir ifadeyle başını iki yana sallıyor. "Belki de o kadar çok tabakam yoktur, ama doğrudan temas benim için bir mucize olurdu." "Yani bütün bunlar... şimdi yaşadıklarım... geçecek mi?" "Büyük ihtimalle evet. Maalesef."
On8 Kitap, yeni yeni keşfettiğim bir yayınevi ve gittikçe kitaplarını daha çok sevmeye başlıyorum. Yayınevinin okuduğum her kitabı için bundan daha iyisini okuyamayacağımı düşünsem de sonraki kitapları beni şaşırtmayı başarıyor. Çıplaklar ise, yayınevinin bu kategoriye giren kitaplarından sadece biri. Kitabı, en kısa sürede okumak istiyordum. Okuma Şenliği'ne katılınca kitabı okumayı erteleyeceğimi düşünmüştüm ama kitabı da şenliğin kategorilerinden birine koyunca resmen kitabı okumak için bahanem oldu :D Nitekim kitaba birkaç gün önce başladım ve çok değil, iki günde kitabı bitirdim.

Çıplaklar'ı düşününce aklıma ilk olarak yazarın duyguları, karakter üzerinden okuyucuya aktarma becerisi geliyor. Öyle ki, kitabı okurken sanki kitabı okumamış da hissetmiş gibiydim. Bu, tarifi zor bir duygu aslında. Nasıl anlatacağımı da bilemiyorum. Kitabı okurken kelime dağarcığımı genişletmek veya yeni bir şeyler öğrenmekten ziyade hissettim; karakterleri, karakterlerin duygu ve düşüncelerini, bunları oluşturan kelimeleri ve kitabı hissettim. Çıplaklar, gözlerinizi değil duyu organlarınızı yoran bir kitap; okumaktan çok hissedeceğiniz bir kitap.

Aynı şekilde, yazarın betimleme becerisi de oldukça başarılı. Karakterlerin bulunduğu yerleri zihnimde kolaylıkla canlandırmamı sağladı. Karakterin duygularından hava durumuna kadar yapılan bütün betimlemelerin çok iyi olduğunu düşünüyorum. Öyle ki, betimlenen her şeyi sadece zihnimde canlandırmadım, hissettim de. Kitapta geçen havanın ne kadar sıcak olduğunu hissetmekten bol bir şey yapmıyorum şu zamanlarda zaten. Ama Sylva'nın doğaya olan özlemini, Niklas'ın Evita'ya olan hislerini, Evita'nın ufuktaki kuleye ulaşmak için gösterdiği azmi, Filip'in hissetme isteğini ve Robin'in kelimelere olan öfkesini sadece okumadım veya hayal etmedim, hissettim.

Kitabın öyle çok abartılı bir kurgusu da yok. Sadece, 5 gencin birbirlerini etkileyen seçimlerini, birbirlerine bağlı hayatlarını anlatıyor. Fakat yazar, kurguyu basit tutarak karakterleri veya kitabı basitleştirmiyor. Aksine, bu sayede yazar karakterlerin hislerini aktarmak için daha çok alana sahip oluyor. Kurgu karmaşık olsaydı, anlamak için o kadar çok çaba sarf ederdim ki kitabı hissetmeye zaman bulamazdım ve bu kitap için hissetmenin öncelikli olduğunu düşünüyorum.

Kitabın sevmediğim tek yeri, bitiş kısmıydı. Karakterlerin sonu ayrı olarak belli olsa da bazı karakterler, diğerlerinin sonunu bilmiyordu. Kitap boyunca sürekli birbirini etkileyen karakterler var ve bunların diğerlerinin sonuna verdiği tepkileri de okumak isterdim. Bu yüzden kitap biraz yarım kalmış gibi geldi bana. Yine de, kitabın sonunu hissettirdikleri açısında değerlendirirsem, bir eksiği olmadığını görüyorum. Yani, kitabın son sayfaları hakkında düşüncelerim biraz karışık.

Kitabın kapağını da çok sevdim. Bir tek kapak için kullanılan görseldeki kızı Sylva'ya benzetemedim. Kapaktaki kızın saçları daha açık renk olsaydı, Sylva'ya daha çok benzeyeceği için kapak benden tam puan alacaktı. Ama bu şekilde de kitabı yansıtan bir kapağın kullanıldığını düşünüyorum.

Çıplaklar, hissederek okumanız gereken kitaplardan. Okudukça katmanlarımızdan, hislerimizle aramıza giren her şeyden kurtulmamızı sağlayan muhteşem bir eser. Kaç yaşında olursanız olun, bir kereliğine kendinizi toplumdan soyutlayıp Çıplaklar'ı elinize alın, okuyun ve hissedin.



"...Toplum büyük, canlı bir vücuttur. Hangi ideal ısıya, hangi kan basıncına, kan şekeri seviyesine, yağ oranına, kaç tane akyuvar ve alyuvara filan sahip olması gerektiğini içgüdüsel olarak hisseder. Olabilecek en iyi değerleri aşan her şey, vücut için tehlikelidir ve gözlemlenmeli, aşırıya kaçması durumunda yok edilmelidir. Bu son derece açıktır ve bunu kabul etmek istemeyen, sonuçlarına katlanmalıdır."





post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, , , ,

D&R'ın 5 TL Kampanyası (Doğan Kitap/Dex)


D&R'ın birkaç gün önce başlattığı 5 TL'lik kampanya Doğan Kitap ve Dex Yayınları'nin kitapları için geçerli. Birkaç yerde bu kampanyanın bir hafta süreceği haberini duyunca en kısa sürede D&R'a gittim. Fotoğraf çekip kampanya için kurulan standı göstermek isterdim ama bu sıcak havaya daha fazla dayanamadığım için almak istediğim kitapları alıp kendimi evin serinliğine attım. Kampanyadaki kitapları görmek için buraya tıklayabilirsiniz. Bildiğim kadarıyla kampanyadaki kitaplar stoklarla sınırlı ve şubelerde kısa bir süre için geçerli. Siteden alışveriş yoluyla da bu kitaplara ulaşabilirsiniz fakat sitedeki sınırlamaları ve durumu tam olarak bilmediğimden bir şey diyemeyeceğim.

Benim gittiğim D&R, Forum Bornova şubesiydi. Kampanya için kasanın hemen yanında bir stand ayrılmıştı. Sitede görebildiğiniz neredeyse bütün kitaplar vardı. Doğan Kitap'ın kitapları daha az kalmıştı ama Dex'lerden bayağı vardı hâlâ. Bu arada, kitapları şubeden almak isteyenler için bir bilgilendirme yapayım. Benim parolu veya D&R kartım yoktu ve kasiyer bu kampanyanın kart sahipleri için olduğunu söyledi. Ama cep numaranızı vererek de kampanyadan yararlanabilirsiniz, ben öyle yaptım :)


Kampanyadan faydalanıp aldığım kitaplar bunlar. Zaten çok fazla kitap almayı planlamıyordum, sırf Boş Koltuk'u almak için gitmiştim. Listemde birkaç da Dex'in kitaplarından vardı. Ama içlerinde en çok Boş Koltuk'u merak ediyorum, Rowling'in HP sonrası neler yazdığını görmek güzel olacak ^_^

Siz bu kampanyadan neler aldınız/almayı düşünüyorsunuz?

post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, , , , , , , , ,

Yorum: George R.R. Martin - Kargaların Ziyafeti (A Song of Ice and Fire, #4)

Tür: Epik Fantezi, Fantastik, Macera, Yetişkin
Goodreads Puanı: 4,02 (263.300 oy)
Orijinal Adı: A Feast for Crows
Yayınevi: Epsilon Yayınları
Çeviri: Sibel Alaş
Basım Yılı: 2012
Sayfa Sayısı: 504 | 504
George R. R. Martin, imgesel kurguya yeni bir soluk getiren abidevi serisinin uzun zamandır beklenen dördüncü cildi Kargaların Ziyafeti ile şaheserine devam ediyor.

Yedi Krallık'taki çetin mücadelelerde hayatta kalmayı başaranlar, emelleri için yeni savaşlara girişir. İnsan suretindeki kargalar, ziyafet için bir araya gelerek yeni komplolar hazırlar ve tehlikeli ittifaklar kurar. Asiller ve sıradan insanlar, askerler ve büyücüler, katiller ve bilgeler; bahtları ve elbette hayatları uğruna bir araya gelir...

Kargaların ziyafetinde çoğu misafirdir fakat azı nefes almaya devam edebilecektir...

"Müthiş bir cilt daha."
-Time Out London

"Martin, Buz ve Ateşin Şarkısı'nın bu cildiyle de fantastik türünü yüceltmeye devam ediyor."
-STL today. com

"Amerika'nın Tolkien'i."
-Time

"Buz ve Ateşin Şarkısı sağlam bir şekilde çok satanlar listelerinde çünkü muhtemelen en iyi fantastik seri."
-Detroit Free Press
Kargaların Ziyafeti'nden önce beni çok etkileyen kitaplar okumuştum. Art arda çarpıcı kitaplar okuduktan sonra bildiğim bir dünyaya dönüp rahatlamam gerekiyordu. Ben de uzun zamandır elimin altında olan Kargaların Ziyafeti'ni seçtim :) Ayrıca Kargaların Ziyafeti, Okuma Şenliği kapsamında bitirdiğim ilk kitap. Kitabın ilk kısmına şenlikten birkaç hafta önce başlamıştım. Kitabı şenliğe saydırabilmek için ise kitabın ilk kısmını şenlikte belirtilen süre içinde tekrar okudum. Bu yüzden de kitabı bitirmem, biraz uzun sürdü.

Kitap, daha çok Kral Toprakları'na odaklanmış bölümler içeriyor. Kitaptaki olaylar Cersei, Jamie, Brienne, Samwell, Arya, Sansa gibi çok iyi bildiğimiz karakterlerin yanı sıra Dorne'daki bazı karakterlerin ve Greyjoyların bakış açısından anlatılmış. İlginç bulduğum birkaç bölüm dışında Kargaların Ziyafeti'nin, serinin diğer kitaplarına kıyasla daha sönük olduğunu düşünüyorum. Martin araya birkaç ölüm, birkaç da aksiyonu yüksek olay yerleştirmiş, geri kalan kısımlar ise oldukça durgun.

Kısımları genel olarak değerlendirirsem, ikinci kısmı ilk kısma kıyasla daha akıcı bulduğumu söyleyebilirim. Aslında her açıdan, ikinci kısım ilk kısımdan daha iyiydi; aksiyonu daha yüksekti, merak unsuru daha iyi kullanılmıştı ve bolca şaşırtıcı olay vardı.

Kitabın akıcılığı da aksiyonu gibi düşük geldi bana. Özellikle ilk kısmı okurken biraz sıkılmıştım, ikinci kısmı ise ortasında bir yerlerde sonra okumak için bir kenara koymayı bile düşünmüştüm. Ama ikinci kısmın ikinci yarısında en can alıcı olaylar toplandığı için, bu kısımdan sonra kitabı elimden bırakamadım.

Kitapta Tyrion, Jon Snow ve Daenerys'in bölümlerinin bulunmama sebebini yazar kitabın sonunda açıklıyor. Kendisine hak versem de ben her karakteri aynı zaman çizgisinde okumayı seviyorum. Bir karakter bir şeyle meşgulken aynı zaman diliminde diğer karakterlerin neler yaptığını okumak hem karakterler arası planları anlamada kolaylık sağlıyor hem de zaman açısından kafa karıştırmıyor. Yine de, Martin'in izlediği bu yola saygı duyuyorum. Umarım Martin'in yazma şeklini bu şekilde değiştirmesi, kurgu ve karakterler için iyi bir şeylerin habercisidir.

Resmin bütününe bakıldığında fark edilmeyen bu ufak olumsuzlukları topladığım zaman kitaba tam puan veremeyeceğimi fark ettim. Fakat kitabın sevdiğim kısımları da vardı, tabii. Öncelikle Martin'in eşsiz kurgulama yeteneği, bu kitapta da kendini gösteriyor. Bunu özellikle Cersei'nin son bölümlerinde görüp kurguya bir kez daha hayran kaldım. Ayrıca kitapta bolca kan ve ölüm yer almasa da şaşırtıcı olaylar bu yokluğu az da olsa telafi ediyor; Martin'in bu dengeyi başarıyla sağlaması okuyucular için büyük artı. Kitabın sönük kaldığını söylesem de serinin sonraki kitabı için bir giriş niteliği taşıdığını da düşünüyorum. Bu yüzden Kargaların Ziyafeti, mutlaka okunmalı.

Kargaların Ziyafeti, düşük aksiyonu ve akıcılığıyla serinin diğer kitaplarına kıyasla durgun bir kitaptı. Kitapta Tyrion, Jon, Dany gibi sevilen karakterlere yer verilmemesini bir olumsuzluk olarak nitelendiremiyorum zira bu durum, bu karakterlerin sonraki kitapta daha fazla görüleceğinin mesajını veriyor. Bu yüzden, serinin sonraki kitabı Ejderhaların Dansı'nı okumayı merakla bekliyorum.



"Ben tarihimin ölü olmasını tercih ederim. Ölü tarih mürekkeple yazılır, canlı tarih kanla."




"...Siz Batıdiyarlılar aşktan utanıyorsunuz. Aşkta utanılacak bir şey yok. Eğer rahipleriniz olduğunu söylüyorsa, sizin yedi tanrınız canavar olmalı. Biz adalarda işin aslını biliriz. Tanrılarımız bize koşmamız için bacaklar, koklamamız için burunlar, dokunmamız ve hissetmemiz için eller verdi. Hangi çılgın ve zalim tanrı bir adama gözler verir ve ona gözlerini sonsuza dek kapalı tutmak zorunda olduğunu ve dünyadaki güzelliklere asla bakmaması gerektiğini söyler? Bunu sadece canavar bir tanrı yapar, karanlığa ait bir şeytan yapar."





post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, ,

Yorum Cadısı 2 yaşında!


2 yıl önce biri çıkıp açtığın blog 2. yılını dolduracak ve sen bu süre içinde blogunda çok iyi vakit geçireceksin dese, kolay kolay inanmazdım sanırım. Hevesi çok çabuk sönen biri olarak koskoca 2 yıl boyunca aynı uğraşla ilgilenmek benim için büyük bir başarı. Fakat blogum benim için bir uğraştan fazlası oldu, artık. Hislerimi ve düşüncelerimi ilgi alanıma göre özgürce ifade ettiğim o ortam, benim bir parçam oldu.

Bu süre zarfında bana destek olan, olumlu/olumsuz yorumlarını benden esirgemeyen ve düşüncelerini paylaşan herkese sonsuz teşekkürler! Yorum Cadısı sayesinde fikirlerimi özgürce dile getirdiğim bir ortama sahip olmanın yanında, aynı ilgi alanlarına sahip olan çeşitli insanlarla tanışma şansına da ulaştım. Yorum Cadısı sayesinde yıllardır tanıyormuş gibi hissettiğim çok yakın arkadaşlara sahip oldum. En çok da onlara teşekkür ediyorum, iyi ki varsınız, iyi ki yanımdasınız :)

post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, , , ,

Tanıtım: Danielle Martinigol - 100Dünya'nın Gizli Yüzü (La trilogie des Abîmes, #1)

Goodreads Puanı: 4,31 (16 oy)
Orijinal Adı: Les Abimes D'Autremer
Yayınevi: ON8 Kitap
Çeviri: Azade Aslan
Liste Fiyatı: t 15,00
Sayfa Sayısı: 190
Uzak gelecekte, uzay-zamanı katlamayı başaran insan ırkı Dünya'yı aşmış, koloniler halinde galaksinin dört bir yanına dağılmış durumda. İnsanlık yine bilindik hırslar, tanıdık emeller ve benzer siyasi yapılarla varlığını sürdürüyor. Birbirinden binlerce ışıkyılı uzaklıktaki gezegenlerin oluşturduğu "100Dünya Konfederasyonu" adlı bu yeni düzende, Dünya'dan da mavi, gizemli bir okyanus-gezegen dikkati çekiyor: Başkadeniz. Konfederasyonun en genç gazetecilerinden, Agoralı Sandiane Ravna objektifini bu ketum gezegenin sırlarına çevirdi bile. Bilmediğiyse, gerçekleri öğrenmekle onları medyada paylaşmak arasında çok hassas bir denge olduğu...

İnsanın doğa üzerindeki egemenliğine bir sınır çizmek mümkün mü? Buluşlar ve keşiflerle bugünlere gelen insanın "merak" duygusunu esas harekete geçiren nedir? Bilgilenme ve haber alma hakkı yaşam hakkının önüne geçtiğinde, en büyük zararı kim görür? Fransız bilimkurgu edebiyatının tanınmış yazarı Danielle Martinigo'’ün ünlü üçlemesi "100Dünya" başlıyor.

"Bir anda, on bin yolcunun gözüne siyah perde indi. Herkes asıldığı tutamağı bütün gücüyle sıkıyordu. Uzaygemisinin derinliklerinden hayvansı bir kükreme yükseldi. Sandiane manyetik akımın avuç içlerine battığını ve vücudundan aktığını hissetti, Uzaygemisinin akıl almaz donanımı. onları galaksinin bir ucundan diğerine ulaştırmak için uzayı ikiye katlarken, genç kız saniyeleri saymaya başladı."
On8 Kitap, son zamanlarda çevirdiği eserlerle ilgimi çekiyor. Özellikle çıkardıkları bilim kurgu türündeki kitapları takip ediyorum. 100Dünya'nın Gizli Yüzü de yayınevinin ilgimi çeken kitaplarından biri. Kitabın GR'de çok fazla oylanmadığı dikkatimi çekti, bu da kitabı daha çok merak etmeme neden oldu. 100Dünya'nın Gizli Yüzü, 2002 Grand Imaginaire Gençlik Romanı Ödülü ve 2003 Chronos Ödülü'nü aldığı hâlde adını çok duyurmamış. Kitabı en kısa zamanda edindikten sonra kitabın keşfedilmemiş başarılı kitaplardan olup olmadığını öğrenmek istiyorum :)

On8 Kitap'a göre serinin ikinci kitabı ağustosta, üçüncüsü ise eylülde çıkacak. 100Dünya'nın Gizli Yüzü'nü seversem, serinin devam kitaplarını da almayı düşünüyorum.

post signature
Paylaş:
Devamını Oku